YAŞADIĞINI SANANLARDAN MIYIM, GERÇEKTEN YAŞAYANLARDAN MIYIM?

Instagram’da akışıma “İnci Taneleri” dizisinden bir bölüm düştü. Çok uzun yıllardır yaşam felsefem, ama bir o kadar da cümlenin içini cümlelere dökmek isteyip de yazar kimliğime rağmen dökemediğim bir cümle…

Dizide geçen, Yılmaz Erdoğan’ın masa başında söylediği replik şu;

“Bir mezarlıkta görmüştüm, bir mezar taşında şöyle yazıyordu; Eğer hayatın bu kadar kısa olduğunu bilseydim hiçbir şeyi bu kadar uzatmazdım.”

Ardından Nazım Hikmet’in şu derin dizeleri geliyor akışıma düşen videoda;

Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi meselâ,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Nazım Hikmet

Yazımı okumaya devam etmeden Nazım Hikmet’in dizelerini yavaş yavaş tekrar okuyun, 2,3,4 kez…

Nedir yaşamı ciddyetle yaşamak? Sincap gibi yaşamak nedir?

Yaşamak nedir mesela?

Birçoğunuz bu soruyu ne kadar farkındalık ve ciddiyetle sordunuz?

Sana, bana öğretilen ya da çizilen aile denilen bir şeyin içinde doğduktan sonra onların belirlediği (ilkokuldan liseye hatta üniversiteye) gidip, dikte edilen iyi bir maaş, kariyer hayalinin peşinde koşup, ev, araba, yazlık alıp, özel sağlık sigortası yaptırıp, evlenip, iki çocuk yapıp, “çocukların geleceği” adı altında onları da aynı döngüye sokarak, emekli olunca da bir sahil kasabına yerleşmek midir yaşamak?

Avm’lerde, Starbucks’larda gün geçirip bunun adına da “sosyalleşmek” demek midir yaşamak?

Yıllık izin, bayram tatili ya da yaz sezonu geldiğinde Bodrum, Alaçatı, Antalya bu üç şehire gitmek midir yaşamak?

“Ben değerliyim” deyip sürekli karşı taraftan beklemek midir yaşamak?

Biri incittiğinde illa incitmek midir yaşamak?

Bir tartışmayı haftalarca, aylarca sürdürmek midir yaşamak?

Ölüm denilen bir gerçeklik varken günlerce, aylarca, yıllarca küsmek midir yaşamak?

Yaptıklarımızı “Hayatımıza/kendimize değer vermek”, “Kendimizi saydırmak”, “Saygı” gibi kavramlar ya da son zamanlarda dillere pelesenk olmuş “bireysel sınır çizmek” adına yapsak da ne kendimize ne de hayatımıza değer veriyoruz. Aslında ciddiyetle değil, ciddiyetsizlikle yaşıyoruz hayatlarımızı.

Ciddiyetle yaşamak laptop ve kahve bardaklarıyla “çok çalışıyoruz” fotoğrafları atmak değildir.

Ciddiyetle yaşamak toplantıdan toplantıya koşmak değildir.

Ciddiyetle yaşamak çerçevesi birileri tarafından çizilmiş kavramlarla yaşamak değildir.

Ciddiyetle yaşamak duvara diplomalar, adının önüne sıfatlar dizmek değildir.

Ciddiyetle yaşamak “bireysel sınır”lar çizmek değildir.

Ciddiyetle yaşamak bedel ödetmek değildir.

Ciddiyetle yaşamak “hak etti/etmedi” hesaplarıyla ilişki yaşamak değildir.

Ciddiyetle yaşamak somurtmak değildir.

Ciddiyetle yaşamak balığı balık bıçağıyla yemek değildir.

Ciddiyetle yaşamak yüzünden makyajı, boynundan kravatı eksik etmemek değildir.

Ciddiyetle yaşamak birilerine illa “hanım”, “bey” takısıyla hitap etmek değildir.

Ciddiyetle yaşamak illa “-de, – da” ların doğru kullanımı değildir.

Ciddiyetle yaşamak sürekli sorun konuşmak değildir.

Hayatı ciddiyetle yaşayan kişi ruhuna değer veren, zihinsel tutsaklarından, kalıplardan özgürleşmiş kişidir. Tıpkı bir sincap gibi…Kendine ve ruhuna değer veren kişi, kendisini öğretilmişliklerle ördüğü zihin hapishanesine hapsetmeyen kişidir. Her zaman rasyonel akılla değil, kalbinin sesini de dinleyendir ciddiyetle yaşayan kişi. Çünkü geçici olduğunu ve hiçliğini bilir. Bunu bildiği için de dışını değil ruhunu ve ruhları ciddiyetle besler hayatı ciddiyetle yaşayan kişi.

Ve şu soruyu kendisine sormaktan korkmaz hayatı ciddiyetle yaşayan kişi;

Yaşadığını sananlardan mıyım, gerçekten yaşayanlardan mıyım?

Sevgiler,
Ayça Akın